Sokakta büyüdüm. Hava hep sıcaktı. Bir cebimde karşı bahçeden tozlu erikler, bir cebimde gazoz kapağı, bir cebimde misket vardı. Gazoz kapağı oynamak için yan mahalleye gider, yuvarlanmış bir mermer taşı parçası ile, yan yana toprağa saplayarak dizdiğimiz gazoz kapaklarını vurmaya çalışırdık. Tam bir çuval olduğu zaman anladım, kazanırken ve uğruna saatlerce mahalle mahalle gezerek oyunlar oynayarak kazandığım gazoz kapaklarının gerçek hayatta hiç bir değeri olmadığını. Kaderi aynı olan, bir süre sonra unutulmaya yüz tutan oyuncaklar gibi benim gazoz kapaklarımda kömürlükte çürümeye terk edilmişti. Ve misketler, gözümüze çil çil altın gibi gözüken, beyaz porselen, kemik, cam ve demir misketler. Ceplerimizi dolduran en kıymetli hazine, yürüdükçe şıkır şıkır öten misketlerdi. Ağzımızda karşı bahçeden aldığımız tozlu eriğin çekirdeği, avuç avuç misketle, yere kazılan küçük bir çukur çevresinde oynanan oyunlar oynardık taaki güneş batana, annem camdan bağırarak beni eve çağırana kadar.