Bir tanıdığımızın arkadaşının evinde şaka malzemesi koleksiyonu olduğunu söylediklerinde beklentilerimi bilinçli olarak düşük tutmuş ve bu koleksiyonu incelemek için yola koyulmuştum. Bir kaç saatlik şehir içi İstanbul seyahatinden sonra eski, 1960 lardan kalma, olağan üstü ağır bir giriş kapısı olan ( iki kişi zor itip açabildik ) eski bir binaya girip tarihi eser gibi duran merdiven korkuluklarına tutunarak ikinci kata çıktık. Daha girişte yüzünüze çarpan, normal hayatta duymayacağınız için ilk anda algınızı serseme çeviren eskimiş ahşap, kapı kokusunu ciğerlerinize çekerek merdivenleri tırmanırken bu bina neden bu kadar sessiz diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Sonunda iki kapaklı, yüksek, eskiden çok güzel olduğu üzerindeki yirmi bir kat boyanın altından bile belli olan, kahverengi bir kapının önünde durduk. Arkadaşım başı ile kapıyı çalmamı işaret edince onunda kendini bu sessizliğe kaptırdığını anlayarak ve birazda bu kasvetli havayı bozmak için yüksek sesle “neden zile basmıyoruz” diye sordum. Bana hak vererek fakat yine konuşmadan zile basan arkadaşımın parmağı, daha o metal kaplamaları sanki ortama uyum sağlamak için dökülmüş, aslında yeni ve modern olan zilin düğmesinden kalkmamıştı ki koca kapı inilti ve gürültü ile açılarak, içeriden bize gülümseyerek bakan iki gözün çıkmasına izin verdi. Bizi çabucak içeri alan, 24 yaşındaki üniversite öğrencisi ve belli ki şaka malzemeleri koleksiyoncusu arkadaşımız Serdar, kısa bir sohbetin ardından beni gerçekten şaşırtmayı başaran uluslararası ve aynı zamanda geleneksel şaka malzemeleri koleksiyonunu gösterdi.