Gerçek bir hikaye gibidir, yaşadıklarını anlatan insanların paylaştıkları. Soluk almadan konuşurken, deneyimlemelerini anlatırken karşındaki, eğer günlük hayatın içinden sıyrılıp, dikkatini ona verebileceğin kadar na meşgul biri isen, sana eğlenceli anlar, dakikalar yaşatabilir. İlgi ile dinlemek, işte tamda bu olsa gerek. Anlatıyordu. Büyük, canlı, heyecanlı bir seyirci kitlesi bulmuş, sahne aşığı bir sohbet insanı edası ile. İki akşam önce katıldığı doğum günü partisinde olan biten her şeyi. Hiç bir ayrıntıyı atlamadan, es geçmeden. Karışık, sonu iyi, ortaları ürkütücü, ama, başı kötü bir rüya gibi. Bir büyüyor, bir kısılıp yok oluyordu gözleri, anlatırken partide gördüğü glow ışıklı çubuk ve havai fişekleri. Eğlenceli bir yanı yokmuş gibi, neden ise, hüzünlü buluyordum kendimi, dilek fenerlerinin, gök yüzünde silinene, ışıkları kaybolan dek şarkı söyleyerek izledikleri ışıklarını anlatırken. Bir kaybolup, bir çıkıyordum karaoke şarkılarının ritmi ve canlılığı ile. Keşke katılsaydım, ihmal etmeseydim. Ama çok işim vardı. Annem geldi köyden. Erzak da getirmiş bir sürü. Bulgur, tulum peyniri, bir de bal. Ha, bir de satmak için kuru fasulye. Kaç yaşına geldin anne dediysem de dinletemedim. Ben, artık yaşlandın, ağır işin altına girme dedikçe bana kaş altından otoriter bakarak, sen karışma diyen anneme sözümü. Otobüse kamyonluk erzak doldurup, bana yiyemeyeceğim kadar çok öte beri getirmek, anneliğin ileri dönem zorunluluğu imiş gibi bir kabulleniş içinde, adeta çile içine doğmuş bir karınca gibi, sürekli taşımaya, yorulmadan beni daha iyi beslemek için planlar yapmaya devam ediyor. Biliyorum. Baba olunca anlarım.
What do you think?